İnsan kendisiyle dahi baş başa kalamıyor. İçinde taşıdığı bir acıyı yaşayacak imkan sunulmuyor ona. Kendiyle kalmak, acısını yaşamak zayıflık deniliyor.

Bir an evvel unutup kalbindekini, bir başarıya motive ediliyor insan. İki damla gözyaşı çok görülüyor insana. Oysa insan acısını geride bırakıp nasıl terk eder kendini? Acı, kalbin masum yönü. Kalbe yüklediğimiz fazlalıkları kalbin temizleme süreci. Kim kalbini temizlemek istemez ki...

Birçok kelimelerimiz var. Bazısı bizi ortaya çıkarır. "Merhaba" deriz ve hayatın tam orta yerinden adım atarız. Bazısı ise içimize kapatır ve "hiç" diyerek, olanı, her ne ise, orada sessizce yaşatır.

Bir de henüz konuşulmayan kelimelerimiz vardır. Bir sese bürünmemiştir onlar. Zaten kelimeler kendinden başka yükü de taşıyamaz ya. "Özledim" dediğimizde dudaktan çıkan sesler ne kadar anlatabilir ki kalbimizdeki acıyı...

"Bekle" derken kelime ne kadar taşıyabilir geride kalmışlığımızı. Giden neyi bekleyecektir? Geride bıraktığımız hangi hatırayı bekledik! Kalmak zulüm olurdu hiç gidemeseydik. Fakat beklemek ise ibadettir.

Kendimizle baş başa kaldığımızda içimizden bize doğru gelişini beklediğimiz bir şey yoksa bu zulüm gelir bize. Kalmak, bir şekle dönüşmektir. Sürekli aynı yerde, aynı hacimde ve düşüncede. Oysa beklemek değişim ve hareketi içerir. Bu bakımdan taşıdığımız acılarımızın bizi bir esenliğe eriştireceğini biliriz.

Şimdi kim acısını bırakıp da kendinden geçmeyi düşünür ki...

Hayatı bu kadar hızlı yaşarken yetişeceğimiz başarılar acılarımızdan, yaşadıklarımızdan ve sevdiklerimizden daha mı değerli...