YENİ HİKÂYELER

Abone Ol

Bana göre bütün zamanların en iyi romanı olan Tatar Çölü'nün kahramanı Teğmen Drogo, bir eylül sabahı şehri terk ederek Bastiani Kalesine doğru yola çıkmıştı. Hayatımıza yeni hikayeler davet etmek istiyorsak harekete geçmemizi ister kader. Zordur insan için alışılmışın dışına çıkmak. Hele ki bütün varlığınla tutkun olduğun bir metropolde yaşıyorsan. Ama insan mutlu olmaya gelmedi bu aleme, kamil insan olmak için gönderildi. Basınç altına girmeye gönüllü talip olanlar alacak hakikat ödülünü. Çünkü kutsal kitap bunu vadediyor.

İzlediğim filmler, okuduğum kitaplar düşürdü bunları aklıma. Yaşadığım yer dar gelmeye başlamıştı bana. Yağmurları özledim, bulanık puslu havaları, yemyeşil vadileri, yüksek dağları, bulutlara yaklaşmayı. Sanki gidersem özlemini çektiğim yerlere, huzura erecekti ruhum. Kalabalıkların içinde sıkışıp kalmıştım uzun zamandır, hep bir gitmek vardı dilimde. Gidecektim doğduğum topraklara, ağaçlara sarılacaktım, derin bir nefes alacaktım, denize bakarak sessizliğin tadını çıkaracaktım.

Hep o filmler yüzünden oldu bütün bunlar. Mandalina Bahçesi'ni izlerken ihtiyar adamın yanı başında hissederdim kendimi. Testere sesleri hiç gitmedi kulağımdan, nerede bir marangoz görsem talaş kokusunu çektim içime. Islak yağmurlu havaların, çamurlu yolların garip bir çekiciliği var. Uzun zamandır kalabalıkların içinde boğulduğumu hissettikçe filmlere kaçtım ben. İstanbul'dan buraya neden geldin diye soranlara verecek cevabım yok. Hayır var! Ama öyle durup ayaküstü anlatılacak şeyler değil.

Teğmen Drogo bir süre sonra kente geri döndüğünde ayak uyduramamıştı geride bıraktığı insanlara. O gittikten sonra hayat akıp gitmiş herkes devam etmişti yaşamına. Sonra kaleye dönmek zorunda kalmıştı Drogo, koca ömrünü çürüten kaleye. Ben her okuyuşumda kavga ettim Drogo'yla, dönme oraya dedim, çürüyeceksin! Bizi çürüten yerlerde sırf alışkanlık diye yaşamaya devam etmemek gerektiğini Drogo'dan öğrendim ben.

Rize'deki ilk günlerimde emanetteki eşyalarımı paketlemek için bir markete girip karton kutu istedim. Görevli, iş yoğunluğundan ve sıcaklardan olsa gerek bitkin görünüyordu. Buna rağmen hemen birilerine seslendi. Depoya gidin, kutuları boşaltın, kaç kutuya ihtiyacı varsa verin, diye talimat verdi. Sonra benim için depoda kutuların boşaltılışını izledim sessizce. Kutular boşaltıldı, iç içe geçirildi, kolaylıkla taşımam için iple bağlanıp elime tutuşturuldu. Demek ki şehirden şehire insanlar da değişiyordu. Metropollerde merhamet tükeneli uzun zaman oldu.

Yol boyu yürürken kaderin beni neden buraya fırlattığını düşünüyordum. Çünkü hayat bize istediğimizi değil, ihtiyacımız olanı verir. Biraz özlem var, ardımda bıraktığım dünyanın en güzel şehrine. Kolay geçmeyecek! Hani bizi hırpalayan bir sevgiliyi terk etmek zorunda kalmışızdır ya öyle bir özlem bu. Adını bile zikredemiyorum şehrin, öylesine yakıcı bir özlem. Çünkü küçük bir bebek gibi ninniler söyleyerek büyüttü beni o şehir. Bütün dünya nimetlerini bağrında besler ve hizmetine sunar büyüttüğü evlatlarının. Benden de hiç esirgemedi, cömertçe verdi her şeyi. Ben de çar cur etmeden faydalandım sunduğu nimetlerden. Ama artık büyüdüm. Büyüdüm ve yuvadan uçma vaktim geldi. Dedim ya sadece bir özlem var, kolay geçmeyecek. Kolay geçmeyecek, uzun bir yas tutacağım ama sonrasında baharla birlikte yeni çiçekler açacak.